|
|
 |
 |
Geçen hafta eski
arşivlerimi düzenliyordum. Kesip sakladığım makaleler,
haberler... Kimisi hala taptaze, kimisi çoktan
geçerliliğini yitirmiş...
Somali'den bir açlık haberinin resmini kesmişim yıllar
önce. Bir deri bir kemik deyimimizin tarif ettiği bu
olsa gerek. Genç mi, yaşlı mı olduğu belli olmayan bir
adam. Çömelmiş, büzüşmüş... Umutsuz, anlamsız
bakışlar... Üzerinde giysi olarak sadece bir
bileklik... Muhtemelen yiyecek yardımı için takılmış
bir işaret bilekliği... Haberin içeriği Somali'ye
gönderilen yardımların çeteler yüzünden ihtiyaç
sahiplerine ulaştırılamaması ile ilgili.
O zaman da benzer şeyler hissetmişimdir. Şimdi de...
Mağdur olan "insan". Zavallı olan "insan"... Sebep
olan yine "insan"... Acımasız olan yine "insan"...
Haberin ayrıntısında bu kıtlık içinde bol yiyecek ve
para verildiği için çetelerin çok kolaylıkla eleman
bulabildiği de anlatılmış... O resimdeki zavallıya
bakıyorsunuz. Biraz yiyecek bulabilip, birazcık
serpilebilse... Bu çetelerde bir de iş bulabilse...
Acaba diyorsunuz bu halini aklına getirebilir mi? Bu
acımasız çarkın "sebepleri" arasında bir makam
bulabilse reddebilir mi? Daha da acısı bir tercih
yapması gerekse, ya zavallı bir mağdur olmak, ya da
acımasız bir çete üyesi olmak... Ne zor! Uzaktan fetva
vermek kolay. Dilerim hiçbirimiz böyle zor bir duruma
düşmeyiz. Anneannemden duyduğum bir söz vardı: "Allah
adamı açlıkla imtihan etmesin!"
İyi olmak ya da kötü olmak! Şartlara göre bazen ne
kadar kolay, bazen ne kadar zor. Bir İslam bilgininden
aktarılan bir söz vardır. Demiş ki bilgin: " Deseler
ki kıyamet koptu, teraziler kuruldu. Herkesin günahı
sevabı belirlendi. Herkes kurtuldu, tek bir kişi
cehennemlik kaldı. Korkarım ben miyim diye. Ya da
deseler ki herkes cehennemlik, tek bir kişi kurtuldu.
Ona da umutlanırım ki, acaba ben miyim diye."
Şartlar içinde sadece yapılanların değerlendirilmesi
çok kaba bir iyilik-kötülük ölçüsü olsa gerek. Bir
yardımın değerini nakit miktarının bedeline göre
değerlendirmekle kaç liralık bir iyilik olduğuna karar
vermek ne kadar izansız ise. Çocukluğumda, ilk
gençliğimde zaman zaman tane hesabı sevap yazıldığını
anlatan hocalarla kafamın nasıl karıştığını
hatırlarım. Oysa bugün ben inanırım ki "mutlak adalet"
verebileceğinin "hangi oranını vermiştir" diye
tartmaktadır.
Yine yıllar öncesinin bir başka makalesinde siz
isteseniz de istemeseniz de, becerebilseniz de
beceremeseniz de Türkiye iyiye gidecektir yazmış bir
köşe yazarı, ben de kesmiş saklamışım. O günün
makalelerinin, haberlerinin konularının kimisine
baktığımda nereden nereye geldiğimizi görebiliyorum.
Ve bir projeksiyon yaptığımda 10 yıl 20 yıl sonrasına
umutla bakabiliyorum yurdumun. "Bugünü gözünüzle,
yarını beyninizle görürsünüz" diyordu bir başka yazar.
Artık yarınlarımıza baktıkça beynim aydınlanıyor.
Diyeceksiniz ki ne alakası var? Ekonomik durum ortada.
Milyonlarca insanın işini kaybetmiş. Eve ekmek götürme
telaşında bunalmış bir toplum... Umudunu kaybetmiş,
çıkış yolu göremeyen, depresyonda bir millet... Evet
bunlar doğru... Ama, bu millet artık uyanmak zorunda.
Uyandırmak için kovalarla soğuk su artık başımızdan
aşağı boşaldı...
Bir zamanlar devleti kimsenin soyabileceğini hayal
edemezdik. Sonra şüphelendik ama, verdilerse verdiler,
biz seyrettik. Daha sonra yolsuzlukların üzerine
gidilince meğer neler varmışı gördük... Hep beraber
yaşamadık mı?
Avrupa Birliği uyum yasaları çıktıkça bir çok konuda
çağdaş yasalara kavuştuk. Arada samimiyetsiz alenen
aleyhimize olan yasalar da geçti... Ama, vaki olanda
hayır vardır demişler. Bu yazının kaleme alındığı gün,
(dün akşam) Avrupa Birliği bize şimdilik tarih
vermeyeceğini bildirdi. Alın size bir kova soğuk su
daha!
Bu ülkenin çözümlerinin bu topraklarda olması
gerektiğini anlamayanımız kaldı mı?
Eski gazeteler insana ilginç duygular yaşatıyor.
Şartlar değişiyor, çözümler değişiyor. Değişmeyen tek
şey doğanın kuralları... Fizik, kimya, genetik vb...
Ve yine her daim geçerli olan aklın bunları yorumlama
gücü... İnsan gelişiminin, mutluluğunun ve başarısının
değişmeyen hazır bir formülünün olmadığı gibi. Tek
formül değişen şartlarda aklın ve zekanın kullanılmak
zorunda kalınması...
Bir de Kent Anayasası yazısı kesmişim, tarihi yok
üzerinde: 3 maddelik bir kent anayasası önermiş yazar:
1. Birbirimize saygılı olmak: "Sadece tanıdıklarınıza,
ya da sevdiklerinize değil, herkese saygılı olmak
gerek" "Saygı göstermek masraf yapmayı da
gerektirmez."
2. İşini en iyi yapmak: "İşine özen göstermeyen
kişiden başkasının hakkına özen göstermesi
beklenemez."
3. Vasıflılara sahip çıkmak: "Mesleki yarış başka,
birbirini yeme başka şeydir."
"Hepinize, Kent Anayasası'nın olduğu mutlu bir kent
yaşamı dilerim!.."
Eskileri harmanlayınca fikirler de kopuk kopuk oldu,
kusura bakmayın...
Ben de bu haftaki yazımı son yaptığım alıntının
yazarının dilekleriyle bitirmek istiyorum:
Samsun'da yaşayan herkese, Kent Anayasası'nın olduğu
mutlu bir kent yaşamı dileklerimle...
|
|
|
|
 |
 |
GÜNÜN
SÖZÜ |
YA BİR YOL
BULACAĞIZ |
YA BİR YOL
YAPACAĞIZ |
ANİBAL |
|
|
|
|
 |